KENTLEŞME NEDİR?
Toplumun ekonomik, teknolojik, sosyal ve politik yapısındaki değişmelerden doğan kentleşme, teknolojik ve ekonomik gelişmeye koşut olarak kent sayısının artması ve toplum yapısında artan oranda örgütleşme, iş bölümü ve uzmanlaşma yaratan ve insan davranış ve ilişkilerinde değişikliklere yol açan nüfus birikimi süreci, olarak tanımlanır (Keleş, 1993).
Ekonomik öğenin kentleşmede özel bir ağırlığı vardır ve bu yüzden kentleşme tarımsal üretimden daha ileri bir üretim düzeyine geçiş, olarak da tanımlanabilir. Bu geçiş tüm üretim denetleme işlevinin kentlerde toplanmasını zorunlu kıldığı gibi, kentlerin büyümesine ve yoğunluk kazanmasına, heterojenlik ve bütünleşme derecelerinin artmasına yol açmıştır (Tekeli, 1997).
Kent toplumlarına özgü bir çok yapısal özelliğin oluş- maya başladığı ve kentleşmenin ortaya çıkışına zemin hazırladığı için kentleşmeye giden süreç- te önemli bir yere sahip olan bu dönem politik ve ekonomik kurumsallaşma, dolayısıyla merkezileşme, ürünün ve iş gücünün üzerindeki denetim, sosyal ve ekonomik eşitsizlik, yüksek dereceli uzmanlaşma, organize olmuş dış ticaret ve teknolojik gelişme gibi kentleşme açısından çok önemli politik, ekonomik ve toplumsal olayların temellerinin atıldığı bir dönemdir (Frangipane, 2000).
Bir yerleşmenin, “kent” olarak nitelenip nitelenemeyeceğine karar vermek için bir takım ölçütler getirilmiştir. Örneğin, Gordon Childe, 1950’lerde yayınlanan bir makalesinde, 10 maddelik bir liste oluşturmuştur.
Gordon Chılde’ın kent (şehir) olma kriterleri ise;
• Nüfus Yoğunluğu
• Mesleki uzmanlaşma (zanaatkarlar, çobanlar, rahipler)
• Artı ürünün depolanması (tapınak yada kral bünyesinde)
• Anıtsal mimarinin oluşması
• Yönetici sınıfın oluşması ve yetiştirilmesi
• Yazının kullanılması
• Bilimin oluşması (takvimler, astronomi, kanallar, vs..)
• Sanat eserlerinin ve sanatçıların ortaya çıkması
• Yakın ve Uzak ticaret (ticari ve sanayide kullanılacak hammaddenin temini)
• Devlet oluşumu
URUK YERLEŞİMİ
Coğrafi Konumu
Antik bir Sümer Devleti yerleşimlerinden biri olan Uruk antik kenti;Fırat Nehri'nin bugünkü yatağının doğusunda, nehrin eskiden kurumuş bir kanalının üzerinde bulunmaktadır. Bugünkü Irak 'ta Al Mutanna ilinin başkenti Samava'nın 30 kilometre doğusuna denk gelir. Yerleşim uzunluğu 3 km, genişliği 2.100 metredir.
Burada yapılan arkeolojik araştırmalarda, uygarlaşma sürecinin önemli adımlarının atıldığı dönemin bulguları saptanmıştır. MÖ dördüncü bin yılın başlarından itibaren Güney Mezopotamya’daki kentler çekim merkezleri olmuş ve nüfusları hızla artmıştır. Coğrafyacı Tertius Chandler’e göre en gelişkin döneminde Uruk, 80.000 kişilik bir nüfusa sahiptir.
Ticaret ve bürokrasi tapınak veya saray etrafında yürütülmüş. Bunun en üstünde din adamları onları memurlar ve zanaatkarlar, en altta ise basit işlerle uğraşanlar gelir. Tapınaklar sadece ekonomik kontrolü değil ticareti de ellerinde tutar. Hem tarımsal ürünlerin hem de zanaat ve endüstri ürünlerinin toplanması ve üretim fazlasının dağıtılmasını üstlenir.
Sosyal ve ekonomik yaşamdaki iş bölümü sonucunda uzmanlaşmaya bağlı iş sınıfları ortaya çıkmıştır. Uruk kentinin sulama sistemini geliştirerek, artı ürüne bağlı olarak artan servet anlayışı ile yönetici sınıfının ortaya çıkışı sağlanmıştır. Geniş çaplı sulama önemli 4 madde içerir; suyun programlanması (takvimle), inşaat faaliyetlerinin planlanması, iş gücü koordinasyonu, istikrarlı verimlilik(artan servet) ve tüm bu sulama işlerinin savunulması liderliği ortaya çıkarmıştır.


Uruk, gök tanrısı An’a (veya Anu) adanan batıdaki Kullaba ve tanrıça İnanna’ya (Akkadca İştar) adanan doğudaki Eanna adlı iki yerleşim yerinin birleşmesinden oluşmuştur. Alman arkeologların yaptıkları kazılar, kentin büyük bölümünün anıtsal boyutlardaki tapınak ve resmi yapılardan meydana geldiğini ortaya çıkartmıştır. Bu bağlamda kentlerin oluşumundan sonra anıtsal mimarinin gelişimine de bu kent öncülük etmiştir.
Büyük ve anıtsal tapınaklar, tapınak kompleksleri, sadece dini yapılar değil sosyal ve ticari hayatın düzenlenip organize edildiği kamusal yapılardır.
Kentteki tapınaklar yapılmadan önce inşaat alanı doldurularak yükseltilmiş ve geniş teraslar oluşturulmuştu. Bazı durumlarda da eski tapınakların yıkıntısı düzeltilerek teras olarak kullanılmıştır.

Zigguratlar ise gittikçe gelişen mimarlık bilgisi ve artan iş gücü sayesinde daha yüksek teraslara anıtsal boyutlarda yapılmışlardır. İlk örneklerini Güney Mezopotamya’da MÖ. 4. bin yılda Obeyd Döneminde görüyoruz. Başlangıçta yüksekçe bir platform üzerindeki dinsel yapılar topluluğu biçiminde ortaya çıkan Zigguratlar zamanla 2-7 arasında platformun kademeli olarak yükselmesiyle oluşturulmuş oldukça anıtsal yapılara dönüşmüştür. Zigguratlar sadece tapınak olarak değil aynı zamanda gözlem evi olarak da kullanılmıştır. (astroloji).
Uruk kenti, kenti çevreleyen güçlü surları ve sarayları ile döneminin en büyük ve en gelişmiş kentidir. Surlar payandalarla desteklenerek daha kuvvetli çizmektedir ayrıca surların etrafı hendekle çevrelenmiştir.
Büyüyen kentlerde görülmekte olan tarım ve hayvancılıktan elde edilen ürünlerin dışında kalan ürünler, uzak bölgelerde değiş-tokuş esasına dayanan ticaret aracılığıyla sağlanmaktaydı. Uruklu tüccarlar bu amaçla Mezopotamya’nın bilinen sınırlarına ulaşarak bir ticaret ağı oluşturdular. Kent yaşamının zorunlu hale getirdiği işbölümü, tüccarların yanı sıra değişik iş kollarının oluşmasını da sağladı. Böylece inşaatçılar, tekstilciler ve çömlekçiler gibi mesaisini belli bir uzmanlık alanında çalışarak dolduran ve geliriyle diğer ihtiyaçlarını karşılayan meslek grupları oluşmuştur.
Uruk buluntuları arasında bulunan daha önce muska işlevi gören
nesnelerin, silindir mühürler biçimini alarak mülkiyeti tabulaştıran
işaretler bırakmak için kullanıldığı düşünülüyor. Mühürler üzerindeki
şekiller Uruk aşaması hakkında ve bu aşamayı yaratan halk hakkında
bazı ipuçları vermektedir. Mühürlerde hayvan sürüleri, boyunları
birbirine dolanmış simgesel doğaüstü hayvan resimleri, elleri arkalarına
bağlı savaş tutsakları ve savaş arabası vardır. Rahiplerce yürütülen
tören sahneleri de bulunmaktadır. Tanrılar sadece Uruk’a özel olarak semboller halinde karşımıza çıkar. Mühürler üzerindeki tasvirler, kendini tekrarlamazlar. Sanatçılar özgürdür, dilediklerini tasvir ederler.

En eski yazılı buluntular diye göz önünde tutulanlar Uruk yerleşiminin dördüncü katındaki M.Ö. 3000.yıla ait metinlerdir. Mezopotamya yazıları çok erken dönemlerde hâlâ çok basit ve gramer bakımından gelişme süreçlerini geçirmemiş ilkel dilde ticarî ilişkiler için kullanılmıştır. Sonraları diğer amaçlar içinde kullanılmaya başlıyor ve Eski Sümer döneminde ise dilbilgisi kurallarına uygun hâle gelmeye başlıyor.
Beyaz tapınak da sayısal tabletler bulunmuştur.
Uruk 7. tabakada ilk örnekleri görülen piktografik yazı, Uruk 6. Tabakada artık belli bir düzene sokularak hecelerden oluşan belli bir yazı sistemine dönüştüğünü görüyoruz. Yazının gelişimi ile silindir mührün gelişimi paralellik göstermiştir.
Heykellere bakacak olursak; en erken heykel Rahipler Beyi heykelidir. Çıplak tasvir edilmiştir. Yüz yuvarlak, kafada bant ve çehreli sakal vardır. 2 kol göğüs üzerinde birleştirilmiştir.
M.Ö 4. Binin ikinci yarısında Uruk; İran, Kuzey Suriye ve Mezopotamya bölgeleri ile birlikte Anadolu’ya doğru da bir yayılım göstermeye başlamıştır. Yayılım sonucu Koloni, İstasyon ve İleri Karakol olarak yerleşmeler oluşmuştur. Uruk yerleşmesi tapınakların etrafında gelişen ve genişleyen bir kent yaşamının güzel bir örneğini oluşturur.
Anadolu’dan karşılanan temel ihtiyaç maddeleri nedeniyle Uruk kültürü, Fırat üzerinden Orta ve Yukarı Fırat bölgesindeki birçok merkeze taşınmıştır. Mekânları süslemek için kullanılan konik çiviler, kalıpta yapılmış devrik ağızlı kâseler ve silindir mühürler gibi dönemi karakterize eden buluntulara birçok yerde rastlanmıştır.
Orta Fırat bölgesindeki Habuba Kabira, Tel Kannas ve Tel Brak gibi merkezler aracılığıyla kuzeye taşınan kültür Karakaya ve Atatürk Barajı gölleri altında kalan Hassek Höyük, Samsat, Malatya-Arslantepe gibi merkezden oldukça uzak bölgelere ulaşmıştır. bölgede, yönetici bir sınıfın ve “kent devleti” modelinin varlığı hakimiyet göstermektedir.
Son olarak; Uruk kentinin Geç Uruk Dönemi’nde 2,5 KM boyutlarında bir alanı kaplar ve 25.000 – 50.000 arasında bir nüfusu barındırdığı hesaplanır. Bu rakamlara göre Uruk kenti bu dönemden 2000 yıl sonra kurulan Roma, Atina ve Kudüs gibi kentlerden daha büyüktür.