31 Mayıs 2019 Cuma

At Nasıl Evcilleştirildi? Atın Evcilleşme Macerası




Atın evcilleştirme haritası


Teknoloji çağının öncesinde insanın en büyük yardımcılarından biri olan atın ilk evcilleştirme buluntuları M.Ö. 3500lere tarihlenmektedir. Bunun gerçekleştiği kültür ise Kazakistan’daki Botai kültürüdür. Bilinen en eski at evcilleştirme verilerine rastlanılan yerlerden biridir. Diğer bir yerleşme ise Ukrayna’da bulunan Dereivka’dır.

Önceleri Orta Asya’daki hava şartlarında yiyecek depolamak isteyen Botai halkı, muhtemelen yaşlı veya sakat atları bir alana kapatarak avlanamadıkları zaman kesip yiyorlardı. Atları o dönemlerde büyük ihtimalle arpayla besleniyorlardı. Çünkü; buğday bulunmuyordu.

İlk olarak atın etinden faydalanan insanlar zaman ilerledikçe onu farklı şeyler için de kullanmaya başlamış ve üremesini de kontrol altına almayı öğrenmişlerdir. Böylece evcilleştirmenin başladığını söyleyebiliriz. Botai’de at evcilleştirmesi tarımın yaygınlaşmasından önce başlamıştır. İlerleyen zamanlarda ise gem kullanmaya başlayan botai halkı artık atın her şeyinden faydalanmaya başlamıştır. 2009 yılındaki çalışmalarda ortaya çıkan verilerde ise çanaklarda kısrak sütünün olduğunu göstermiştir. Ayrıca at kemikleri üzerinde bir takım işaretlere de rastlanmıştır. 



Bu evcilleştirme sürecinde iki tür at kullanılmaktadır. Biri Moğol atı olarak da bilinen Przewalski diğeri de soyu 1887 yılında tükenen Tarpan’dır. Gem kullanıldıktan sonra ise at gücünden faydalanılıyor; binek, taşıma, ertesinde tarla sürmede görülmektedir. İlk gem izleri Botai’de iki farklı kazı alanında görülüyor (M.Ö. 3500 ­ 3000). İp veya deriden yapılan gemsiz kafa tutamaçları (?) ise bu tarihten önce kullanılmış olabilir. En eski örnekleri M.Ö. 1400’de, Synian binicileri illüstrasyonlarında görülmüştür. 



İlk gemler; ip, kemik, boynuz veya ahşaptan yapılmış olmalıdır. Bulunan en eski gem ise M.Ö. 1300 - ­1200 yıllarına tarihlenir (İran yakınları). M.Ö. 2600 ­ 2400 yıllarına tarihlenen Ur Bayrağı’nda ise atlara burun halkaları taktıkları görülmektedir. Madenden yapılan ilk gem ise 1400 yıllarda şu anki İran taraflarında bulunmuştur ve bunu daha da ilerleterek at arabasını bulmuşlardır. İlk at arabası örneği M.Ö. 3000lerde Mezopotamya’da görülmektedir. At arabası savaşların da göstergesi olabilir. Mısır’daki kullanım nedenlerinden birinin de savaş olduğunu bilmekteyiz. Botai şu anki Kazakistan’ın başkenti Astana ve büyük şehirlerinden olan Kökshetau taraflarında bulunan ve İman ­ Burluk ırmağı kıyısında bulunuyor. Steplerin bulunduğu bir coğrafyadadır. Ayrıca etrafında Hint ­ Avrupa dilleriyle Ana Türkçe konuşulduğu düşünülmektedir. Burada bulunan at evcilleştirme serüveni başka yerlere de yayılmaya başlanmıştır.

Peki at şu an evcil midir? Yani özgürlüğünü tamamen unutmuş mudur? Bizce hala o özgür ruhu taşımakta ve onu ait olduğu yerler bıraktığımızda tüm bu özgür ruhla dolaşacaktır.


26 Mayıs 2019 Pazar

Çin'de Pirinç Üretiminin Başlangıcı ve Gelişimi



İKLİM

Holosen dönemin getirdiği ılıman iklim koşullarıyla birlikte topluluklar geniş nehir vadilerine yerleşmeye başlamışlardır. Bu dönemde

güneyden gelen topluluklar yerel halk ile karşılaşmış ve bu pirinç çiftçileri Yangtze Nehri vadisinin orta ve alt kısımlarına yerleşmişlerdir. Bu etkileşimin sonucunda bölgedeki yerel avcı - toplayıcı grupların yeni gelen toplumlara ve onların getirdiği şartlara entegre oldukları ve/veya yeni gelen üretim öğesine sahip olmayı reddedip yağmur ormanlarına çekildikleri düşünülmektedir.


ÇİNDE PİRİNÇ BULGULARI



Çin'in tarih öncesi çeltik tarım üç aşamadan oluşmaktadır.

B​irinci aşama:

● Çeltik tarım sınırlı üretim ilk başlarında açık hava siteleri nehir kıyısında görünür.

● Modern etnoloji göre, tarım "kes-yak" (​"slash-and-burn"​) idi.

● "İlk ekili pirinç" nin bu aşamada İşaretler kaba pirinç bazı yabani özellikleri vardı gösteriyor, ancak ekili pirinç sadece bir tür oldu, ama tohum seçimi ile gelişme göserdi.

İ​kinci aşama​: İkinci aşama, üst, orta ve alt Yangtze üzerindeki Hemudu ve Daxi kültürünü ve Majiabing kültürünü temsil eder. İlk aşama aşağıdaki tarım özelliklere sahiptir:

● Çeltik tarım ekonomisinde yükseliş oldu.

● Hemedu da bulunan 4 tam pirinç tanelerinin Analizi sonucunda orada yetiştirildi gösterir ve i​ndica​ çeltik ekimi olduğunu göstermektedir.



Üçüncü aşama: tarım yepyeni bir aşamaya atladı.




Bu sentez üç aşamada Çin'in tarih öncesi çeltik tarımı analiz eder. 8500BC, Erken Neolitik Dönem ilk sedimanter yerleşmeler olarak görülür ve Çin kendi içinde 4 bölgeye ayrılır. Kuzeydoğu Çin, Kuzey Çin, Orta ve aşağı Yantgze. Erken Neolitik dönemde ehlileştirme yok.

En erken karbonize pirinç bulgularına (8200-7800BC) Pengtoushan kültüründe (Yantgze nehri ortası, Hunan Kuzeybatısı) rastlıyoruz fakat üretim aletleri bu tarih aralığında bulunmuyor. Bu da o tarihlerde kuru tarım ile elde edilen pirinç olduğunu göstermektedir. Pengtoushan kültüründe ehlileşmiş karbonize pirinç bulgusu 7500-6100BC ye tarihlendirilmektedir. (kuru tarım: pirinç doğal hayatta yabani olarak var olması. Islak tarım:pirinç üzerinde ehlileşmenin kesin göstergesi)

Bashidang​, Peiligang ve Cishan kültürleri Pengtoushan kültüründen en çok etkilenen diğer kültürlerdir.

Bashidang​ kültürü Pengtoushan kültürünün ikinci yarısında evre paralel, 8000 yıl öncesine geri izlenebilmektedir. Burada karbonize pirinç buluntular ele geçmiştir. 

 

Cishan Kültürü (8000-5500 BC) Neolitik yerleşmesi Sarı nehrin kuzeyinde kalmaktadır. Cishanda japonica çeşidi pirinç bulunmuştur.(prehistorik dönemde iki farklı pirinç türü görülmekte bunlar ​Indica ve japonica. Bu iki tür sadece Çin'e özgü​ ) Buradaki bulguların bir diğer önemi ise ele geçen alet buluntularıdır. Bunlar ​taş kürek, taş değirmenler (pirinç unu) ve taş oraklardır. Taş oraklar üzerinde yapılan analizler sonucunda ise oldukça düzgün olan izlerden hasadın kolayca yapıldığı sonucuna ulaşılmıştır. Ayrıca 500'den fazla depolama çukuru (7355BC +- 100) nun görülmesiyle tarımın mimari üzerindeki etkisi görülmekte . Bu çukurlarda daha çok darı depolanmıştır.(darı üretimi pirinç üretiminin ardından tarlaya ekilmesi bakımından önem taşıyan bir tahıl )(depolama çukurları artı ürün kavramıyla gelişmekte.)

Peiligang kültürü Cishan kültürünün güney komşusudur.Alet teknolojisi Cishanla aynıdır. Peiligang kültürünün en erken örneği olan Jiahu önemli bir yerleşim yeridir. Burada bulunan çanaklar üzerinden yapılan analizler sonucunda içinde pirincinde bulunduğu bir içecek tükettikleri bilinmekte. (Jiahu; ilk alkollü içecek (7000-6500 BC); yabani üzüm, pirinç, geyik dikeni ve bal ile yapılmış). Tarım ayrıca kültürlerin gelişmelerini hızlandırmış, pirinç tarımının erken örneklerinin görüldüğü Jiahu kültüründe 1000 sene sonra 'Jiahu sembolleri ' erken yazı sembolleri olarak kullanılmaya başlanmıştır.



Hemudu Kültürü (5000-4500BC); Yapay ekili pirincin en erken örneği burada bulunmuştur. Bu kültürle beraber yerleşik köy yaşamının ortaya çıktığı bilinmektedir. Mimarisinde uzun bacaklı evlerin ortaya çıktığı görülür.(bu evlerin ortaya çıkmasında pirinç üretimi için nehire daha yakın oldukları düşüncesi?) Bu kültür aynı zamanda Antik Çin kültürünün gelişmesini sağlayan kültür olarak görülmektedir.

Zhejiang eyaletinde, Hemudu kültür bölgesinde pirinç üretimi M.Ö. 5000'lere tarihlenmektedir. Bulunan pirinç tanelerinin ehlileştirilmiş mi yoksa yabani mi olduğu kesin olarak tespit edilememekle birlikte, yabani oldukları tahmin edilmektedir.

Yangtze nehri civarında, Hemudu kültür bölgesinde yer alan Yuyao yerleşmesinde M.Ö.5500'lere tarihlenen kömürleşmiş pirinç taneleri bulunmuştur. Aynı toprak tabakaları içinde pirinç kabuklarının yanısıra, sap ve hayvan kemiklerinden yapılan, ahşap kollara bağlanmış 76 adet kürek bulundu. Bu keşif pirinç tarımına yönelik kesin kanıt sağladı.



M.Ö. 4000'e tarihlenen Majiabang kültüründeki bir katmanda 100 - 120cm derinlikte duvar temelleri, bir ev, kapıya uzanan yol ile birlikte mutfak, ateş yeri (ocak), pirinç ile çömlekler bulunmuştur. Hayvan kemikleri ve bol kül yığını ile 29 mezar yerleşmede tespit edilmiştir. 1 ile 20 metre uzaklıktaki yerleşimlerle kaplı 500m2 alanda fosil pirinç taneleri içeren 46 prehistorik pirinç tarlası bulunmuştur. Alanların boyutu 1.4 - 16m2 arası değişmektedir. Yuvarlak, yuvarlağa yakın dikdörtgen ya da düzensiz planlı alanlar olarak değişmektedir. Yüzey tabakası yumuşak koyu gri renk ve bataklık ile kaplıdır. Her pirinç alanı sarımsı beyaz renkli sırt ile çevrilidir. Sırtların çevresinde su seviyesini kontrol altına alan drenaj kanalları ve hendekler, sulama sistemleri bulunmuştur. Tarih öncesi pirinç opalleri sık sık pirinç tarlalarından ele geçmektedir. Pirinç taneleri tespiti genelde toprağın arazi dışında elenmesi ile olmaktadır. Pirince ek olarak saz ve darı ele geçmiştir. Buradaki pirinç taneleri yabani pirinç tanelerinden farklılık göstermektedir. Yapılan incelemeler ehlileştirilmiş pirinç olduğunu göstermektedir. Tarih öncesi pirinç tarlalarının üstünde 20 - 50cm arası başka bir kültür tabakası yükselmektedir. Hiç bir deniz kabuğu ya da balık kemiği bulunmaması şaşırtıcıdır.

Pirinç ekimi ile ilgili su taşımada kullanılan (kurak dönemlerde) çömlekler tarzı başka malzemeler de bulunmuştur. Pirinç tarlalarını düzlemek için muhtemelen eller ve ayakların yanı sıra, ahşap sopalar da kullanılmıştır. Kömürleşmiş pirinç artıkları hasat sonrası yakma işlemine işaret etmektedir. İlkbahar döneminde ise alandaki yabani otları öldürmek için suyun, pirinç tohumları ekilmiş alanlara doğrudan hendek üzerinden yönlendirildiğini göstermektedir.

Yangtze Nehri civarında yer alan başka bir yerleşme olan Chuo - dunshan kazısında bulunan pirinç bulguları ise M.Ö. 5370'e tarihlenmektedir.  2003 yılında kazısı yapılan, Yangtze Nehri deltasında yer alan, Chuo-dun-shan yerleşmesinde 100 - 103cm derinlikteki çeltik tarlalarından M.Ö. 5000 yıllarına tarihlenen kömürleşmiş pirinç taneleri ele geçmiştir.




Pirinç bulguları analizlerinde başlıca 3 yöntem uygulanmaktadır. Bunlar; 1-) Mikroskobik analiz yöntemi kullanılarak pirinç opal yoğunluğu tespiti.

2-) C14 ile radyoaktif yoğunluk tespiti

3-) Karbonize pirinç taneleri ve tarihöncesi sulu pirinç topraklarından alınan demineralize toprak incelenmesi.



Darı ile beraber bölgedeki diğer bitkilere oranla yüksek bir protein oranına (%7) sahip olan pirinç, uzakdoğu toplumlarının gelişiminde oldukça etkili olmuş, kültürlerinde önemli bir yere sahip olmuştur. Günümüzde çoğunlukla çeltik tarlalarında yetiştirilen pirincin arkeolojik kalıntıları tarihöncesi dönemde “iyi korunagelebileceği” tarihöncesi çeltik tarlalarında bulunmaktadır. Bu tarlalar muhtemelen, bahar aylarında Tibet platosunda eriyen karlar sebebiyle taşan nehirler veya yine bu dönemde başlayan bölgesel muson yağmurlarının kazılan hendekler üzerinden çeltik tarlalarına yönlendirilmeleriyle suyla doldurulmaktalardı. Doğada yabani şekilde de varolabilen pirincin tarımında uygulanan bu yöntem, ürün/alan oranını arttırmasına rağmen ürün/emek oranını arttırmamaktadır. Günümüzde Fukuoka'nın kağıda döktüğü, tohumları toprağa serpip üzerine de malç olarak pirinç ve darı sapı atılmasıyla uygulanan yöntem de son derece verimli olmakla beraber dönem içerisinde de tarlayla ilgilenilmesini zorunlu kılmaz. Verimliliği arttırmak için kullanılan bir diğer yöntem ise; tarımı önceleri başka bölgelerde yapılmış olan darının, sonbaharda hasadı yapılmış pirinç tarlalarına ekilmesiyle uygulanır. Halihazırda verimlileşmiş toprakta daha iyi yetişen darı da bu verimliliği arttırır; ayrıca halihazırda ıslak olan toprağa ekilen darı, sonbahara nazaran daha kurak olan kış ikliminde daha az sulama ister. En eski olarak M.Ö.

5000lere tarihlenen tarlalarda hem pirinç hem darı kalıntıları bulunmaktadır. Yine M.Ö. 5000lerde ilk tarım aletleri kullanılmıştır. İlk kullanım izleri M.Ö. 9500lere, genetik değişimi ise M.Ö. 11500lere kadar tarihlenen pirinci erken dönemlerde elde etmek isteyen insanların, uygun aletler olmadan çeltik tarlası için çukur ve hatta belki onu destekleyecek hendekler açmaktansa, çevrelerindeki pirinç bitkilerinin korumaya almak ve tohumları toprağa serpmek suretiyle bir nevi ön tarım yapmış olmaları çok daha olasıdır.

24 Mayıs 2019 Cuma

Uruk ve Kentleşme

KENTLEŞME NEDİR?

Toplumun ekonomik, teknolojik, sosyal ve politik yapısındaki değişmelerden doğan kentleşme, teknolojik ve ekonomik gelişmeye koşut olarak kent sayısının artması ve toplum yapısında artan oranda örgütleşme, iş bölümü ve uzmanlaşma yaratan ve insan davranış ve ilişkilerinde değişikliklere yol açan nüfus birikimi süreci, olarak tanımlanır (Keleş, 1993).

Ekonomik öğenin kentleşmede özel bir ağırlığı vardır ve bu yüzden kentleşme tarımsal üretimden daha ileri bir üretim düzeyine geçiş, olarak da tanımlanabilir. Bu geçiş tüm üretim denetleme işlevinin kentlerde toplanmasını zorunlu kıldığı gibi, kentlerin büyümesine ve yoğunluk kazanmasına, heterojenlik ve bütünleşme derecelerinin artmasına yol açmıştır (Tekeli, 1997).

Kent toplumlarına özgü bir çok yapısal özelliğin oluş- maya başladığı ve kentleşmenin ortaya çıkışına zemin hazırladığı için kentleşmeye giden süreç- te önemli bir yere sahip olan bu dönem politik ve ekonomik kurumsallaşma, dolayısıyla merkezileşme, ürünün ve iş gücünün üzerindeki denetim, sosyal ve ekonomik eşitsizlik, yüksek dereceli uzmanlaşma, organize olmuş dış ticaret ve teknolojik gelişme gibi kentleşme açısından çok önemli politik, ekonomik ve toplumsal olayların temellerinin atıldığı bir dönemdir (Frangipane, 2000).

Bir yerleşmenin, “kent” olarak nitelenip nitelenemeyeceğine karar vermek için bir takım ölçütler getirilmiştir. Örneğin, Gordon Childe, 1950’lerde yayınlanan bir makalesinde, 10 maddelik bir liste oluşturmuştur.

Gordon Chılde’ın kent (şehir) olma kriterleri ise;
• Nüfus Yoğunluğu
• Mesleki uzmanlaşma (zanaatkarlar, çobanlar, rahipler)
• Artı ürünün depolanması (tapınak yada kral bünyesinde)
• Anıtsal mimarinin oluşması
• Yönetici sınıfın oluşması ve yetiştirilmesi
• Yazının kullanılması
• Bilimin oluşması (takvimler, astronomi, kanallar, vs..)
• Sanat eserlerinin ve sanatçıların ortaya çıkması
• Yakın ve Uzak ticaret (ticari ve sanayide kullanılacak hammaddenin temini)
• Devlet oluşumu




URUK YERLEŞİMİ 



Coğrafi Konumu

Antik bir Sümer Devleti yerleşimlerinden biri olan Uruk antik kenti;Fırat Nehri'nin bugünkü yatağının doğusunda, nehrin eskiden kurumuş bir kanalının üzerinde bulunmaktadır. Bugünkü Irak 'ta Al Mutanna ilinin başkenti Samava'nın 30 kilometre doğusuna denk gelir. Yerleşim uzunluğu 3 km, genişliği 2.100 metredir. Burada yapılan arkeolojik araştırmalarda, uygarlaşma sürecinin önemli adımlarının atıldığı dönemin bulguları saptanmıştır. MÖ dördüncü bin yılın başlarından itibaren Güney Mezopotamya’daki kentler çekim merkezleri olmuş ve nüfusları hızla artmıştır. Coğrafyacı Tertius Chandler’e göre en gelişkin döneminde Uruk, 80.000 kişilik bir nüfusa sahiptir.

Ticaret ve bürokrasi tapınak veya saray etrafında yürütülmüş. Bunun en üstünde din adamları onları memurlar ve zanaatkarlar, en altta ise basit işlerle uğraşanlar gelir. Tapınaklar sadece ekonomik kontrolü değil ticareti de ellerinde tutar. Hem tarımsal ürünlerin hem de zanaat ve endüstri ürünlerinin toplanması ve üretim fazlasının dağıtılmasını üstlenir.

Sosyal ve ekonomik yaşamdaki iş bölümü sonucunda uzmanlaşmaya bağlı iş sınıfları ortaya çıkmıştır. Uruk kentinin sulama sistemini geliştirerek, artı ürüne bağlı olarak artan servet anlayışı ile yönetici sınıfının ortaya çıkışı sağlanmıştır. Geniş çaplı sulama önemli 4 madde içerir; suyun programlanması (takvimle), inşaat faaliyetlerinin planlanması, iş gücü koordinasyonu, istikrarlı verimlilik(artan servet) ve tüm bu sulama işlerinin savunulması liderliği ortaya çıkarmıştır.





Uruk, gök tanrısı An’a (veya Anu) adanan batıdaki Kullaba ve tanrıça İnanna’ya (Akkadca İştar) adanan doğudaki Eanna adlı iki yerleşim yerinin birleşmesinden oluşmuştur. Alman arkeologların yaptıkları kazılar, kentin büyük bölümünün anıtsal boyutlardaki tapınak ve resmi yapılardan meydana geldiğini ortaya çıkartmıştır. Bu bağlamda kentlerin oluşumundan sonra anıtsal mimarinin gelişimine de bu kent öncülük etmiştir. Büyük ve anıtsal tapınaklar, tapınak kompleksleri, sadece dini yapılar değil sosyal ve ticari hayatın düzenlenip organize edildiği kamusal yapılardır. Kentteki tapınaklar yapılmadan önce inşaat alanı doldurularak yükseltilmiş ve geniş teraslar oluşturulmuştu. Bazı durumlarda da eski tapınakların yıkıntısı düzeltilerek teras olarak kullanılmıştır.



Zigguratlar ise gittikçe gelişen mimarlık bilgisi ve artan iş gücü sayesinde daha yüksek teraslara anıtsal boyutlarda yapılmışlardır. İlk örneklerini Güney Mezopotamya’da MÖ. 4. bin yılda Obeyd Döneminde görüyoruz. Başlangıçta yüksekçe bir platform üzerindeki dinsel yapılar topluluğu biçiminde ortaya çıkan Zigguratlar zamanla 2-7 arasında platformun kademeli olarak yükselmesiyle oluşturulmuş oldukça anıtsal yapılara dönüşmüştür. Zigguratlar sadece tapınak olarak değil aynı zamanda gözlem evi olarak da kullanılmıştır. (astroloji).

Uruk kenti, kenti çevreleyen güçlü surları ve sarayları ile döneminin en büyük ve en gelişmiş kentidir. Surlar payandalarla desteklenerek daha kuvvetli çizmektedir ayrıca surların etrafı hendekle çevrelenmiştir.



Büyüyen kentlerde görülmekte olan tarım ve hayvancılıktan elde edilen ürünlerin dışında kalan ürünler, uzak bölgelerde değiş-tokuş esasına dayanan ticaret aracılığıyla sağlanmaktaydı. Uruklu tüccarlar bu amaçla Mezopotamya’nın bilinen sınırlarına ulaşarak bir ticaret ağı oluşturdular. Kent yaşamının zorunlu hale getirdiği işbölümü, tüccarların yanı sıra değişik iş kollarının oluşmasını da sağladı. Böylece inşaatçılar, tekstilciler ve çömlekçiler gibi mesaisini belli bir uzmanlık alanında çalışarak dolduran ve geliriyle diğer ihtiyaçlarını karşılayan meslek grupları oluşmuştur.

Uruk buluntuları arasında bulunan daha önce muska işlevi gören nesnelerin, silindir mühürler biçimini alarak mülkiyeti tabulaştıran işaretler bırakmak için kullanıldığı düşünülüyor. Mühürler üzerindeki şekiller Uruk aşaması hakkında ve bu aşamayı yaratan halk hakkında bazı ipuçları vermektedir. Mühürlerde hayvan sürüleri, boyunları birbirine dolanmış simgesel doğaüstü hayvan resimleri, elleri arkalarına bağlı savaş tutsakları ve savaş arabası vardır. Rahiplerce yürütülen tören sahneleri de bulunmaktadır. Tanrılar sadece Uruk’a özel olarak semboller halinde karşımıza çıkar. Mühürler üzerindeki tasvirler, kendini tekrarlamazlar. Sanatçılar özgürdür, dilediklerini tasvir ederler.


En eski yazılı buluntular diye göz önünde tutulanlar Uruk yerleşiminin dördüncü katındaki M.Ö. 3000.yıla ait metinlerdir. Mezopotamya yazıları çok erken dönemlerde hâlâ çok basit ve gramer bakımından gelişme süreçlerini geçirmemiş ilkel dilde ticarî ilişkiler için kullanılmıştır. Sonraları diğer amaçlar içinde kullanılmaya başlıyor ve Eski Sümer döneminde ise dilbilgisi kurallarına uygun hâle gelmeye başlıyor. Beyaz tapınak da sayısal tabletler bulunmuştur. Uruk 7. tabakada ilk örnekleri görülen piktografik yazı, Uruk 6. Tabakada artık belli bir düzene sokularak hecelerden oluşan belli bir yazı sistemine dönüştüğünü görüyoruz. Yazının gelişimi ile silindir mührün gelişimi paralellik göstermiştir.



Heykellere bakacak olursak; en erken heykel Rahipler Beyi heykelidir. Çıplak tasvir edilmiştir. Yüz yuvarlak, kafada bant ve çehreli sakal vardır. 2 kol göğüs üzerinde birleştirilmiştir.

M.Ö 4. Binin ikinci yarısında Uruk; İran, Kuzey Suriye ve Mezopotamya bölgeleri ile birlikte Anadolu’ya doğru da bir yayılım göstermeye başlamıştır. Yayılım sonucu Koloni, İstasyon ve İleri Karakol olarak yerleşmeler oluşmuştur. Uruk yerleşmesi tapınakların etrafında gelişen ve genişleyen bir kent yaşamının güzel bir örneğini oluşturur.

Anadolu’dan karşılanan temel ihtiyaç maddeleri nedeniyle Uruk kültürü, Fırat üzerinden Orta ve Yukarı Fırat bölgesindeki birçok merkeze taşınmıştır. Mekânları süslemek için kullanılan konik çiviler, kalıpta yapılmış devrik ağızlı kâseler ve silindir mühürler gibi dönemi karakterize eden buluntulara birçok yerde rastlanmıştır.

Orta Fırat bölgesindeki Habuba Kabira, Tel Kannas ve Tel Brak gibi merkezler aracılığıyla kuzeye taşınan kültür Karakaya ve Atatürk Barajı gölleri altında kalan Hassek Höyük, Samsat, Malatya-Arslantepe gibi merkezden oldukça uzak bölgelere ulaşmıştır. bölgede, yönetici bir sınıfın ve “kent devleti” modelinin varlığı hakimiyet göstermektedir.

Son olarak; Uruk kentinin Geç Uruk Dönemi’nde 2,5 KM boyutlarında bir alanı kaplar ve 25.000 – 50.000 arasında bir nüfusu barındırdığı hesaplanır. Bu rakamlara göre Uruk kenti bu dönemden 2000 yıl sonra kurulan Roma, Atina ve Kudüs gibi kentlerden daha büyüktür.