Sharma Apt Russell Amerika doğumlu (1954) bir doğa, arkeoloji, açlık, panteizm vb. konularda eser veren bir yazardır. Birçok kitabı olmasına rağmen sadece Açlık kitabı Türkçe diline çevrilmiştir.
Açlık:
Yazar “Açlık” ı yapılan deneyleriyle, ünlü yazar ve bilim adamlarının hikayeleriyle, siyasal ve tarihi süreçleri ile kendi deneyimlerini de katarak anlatmıştır. Benim için ilgi çekici olan ve oldukça göze çarpan kelimelerle de başlıyor. Bunlar: Açlık Sanatçısı ve Profesyonel Aç. Bu tarz tanımları ilk defa duyuyordum. Kitap ilk olarak Kafka örneklemeleriyle başlıyor, G. Orwell, J. Piper vb olarak da devam ediyor. Çokça örneklemeye, hikayeye yer veriyor. Sonra kitap aç kalınma zamanlarından bahsedip açlık grevlerine, hastalıklarına, 1944 yılında 2. Dünya Savaşı sonunda başlayan Minnesota Diyeti’ne ve bu çalışmayla ilgili çıkan kitaplara, açlığın antropolojik verileriyle kıtlığa, oruca değinip sosyal nedenlerle ve Aziz Patrick ile sonlandırmıştır.Kitabı “keyifle” okudum diye bir cümle kurmak istemiyorum. Çünkü bu kitap çabucak okuyabileceğiniz, elinizden düşürmeyeceğiniz nitelikte olabilir evet ama anlattığı konu ve yazıları düşünürsek keyif kelimesi cümlede biraz öne çıkabilir. “Açlık” kavramının kafamızdaki yerini kurcalamaya başlatan bir kaynak diyebilirim. Aç kalmanın insana faydalarının da olduğunu ama bunu seçme şansı olmadan aç kalmaya mecbur olanların varlığı bizim hep bildiğimiz bir şeydi. Burada bu bilgileri pekiştirip açlığın yakın tarihini görecektik. Antropolojik araştırmaları anlatırken bahsedilen en geç tarih M.Ö 100lere Çin’e gitmektedir. Çin’de kayıtlı olarak o günlerden 1911’e kadar 1800’ün üzerinde kıtlık yaşandığını söylemektedir. Ve bu kıtlığın yamyamlık belirtilerini de doğurduğunu. Diğer antropolojik araştırmalarda ise Kızılderililerden, Ik halkından, Gurage halkından vb. bahsetmiştir. Bu halklar bile değişiklik gösteriyordu. Kimisinde beslenmenin bencilliği doğurduğu kimisinde ise açlıkla yaşamayı öğrenen toplumları görüyorduk.
Açlığın şeker, tansiyon gibi hastalıklara iyi geldiği ama bir süre sonra vücudun kendi kendini tüketmeye başladığını anlatır. Aklıma sorular gelmeye başlamıştı bile eski insanlar hakkında kendi kendimi kurcalayan sorular soruyordum. Avcı - toplayıcı bir topluluk her zaman karınlarını doyurma ihtimalleri düşük peki açlıklarının ona faydaları veya zararları nelerdi? Mesela bir vücudun açlıktan kendini tüketmesi kemiklerden de anlaşılabiliyor mu? Şeker ve tansiyon gibi şeyler sinirle de bağlantı olduklarından kemikte izler bırakabileceğini sinirin iskelette görülebildiğini okumuştum.¹ Bu kitap aklımızda çok sayıda soru biriktirmemize ve bunu araştırmak için kollarımızı sıvamamızı sağlıyor. Kitap arkeolojik verilerle de anlatacağını söylese de prehistorik döneme pek değinmemiştir. Bu yüzden anlatılan verilerle o dönemi kıyaslayarak okumaya devam ettim. Açlığın bir belirtisi olarak yamyamlığın doğduğunu eski dönemlerde de bununla ilgili bulgular olduğu biliniyor. Aç kalınan veya kalınabilecek günleri anlatımı sırasında prehistorik bir insanın 30 gün aç kalabilirse eğer tekrar avlanma ve toplama gücü konusunda çok sıkıntı yaşayacaktır. Bu deneylerdeki insanlar günümüz koşullarında belki bir değişiklik olması isteğiyle yapıyor ve çıktığında onu bekleyen insanlar olacak ve ona yemek verilecekti. Ama bu koşullarda olmayan bir prehistorik insan o zamanın şartları ve vücud tipinin, kaslarının bizden daha iyi olması da düşünülerek yaşanılan güç kaybı sonucu avlanma zorluğu çekecektir. Kaslar yağ ve proteinle orantılı gelişir. Ama buzul koşullarda yaşamayan bir insan her yerde yiyecek bir şey bulabilir. Oruç? Neden bulunmuş olabilir. Bazı yerlerde Prehistorik dönemden beri oruç kavramının olduğu yazıyordu. Bu kavram o zamanlar neye bağlıydı? Bizdeki oruç kavramıyla ilişkisi neydi? Bilinen oruç kavramı anlamına en yakın olarak Japonya ve Hindistan’da daha bariz bir şekilde görülüyordu.
Bu kitap konusunda kötü eleştiri yapabileceğim bir şey yok aslında. Bana kaynaklarıyla beraber açlık tarihini sunuyor ve gerisi bana kalıyor. Açlık ve arkeoloji bağını kendi kafamda oturtmam gerekiyordu. Yemek insanın hayatını şekillendiren bir ihtiyaç, açlık ise zorlaştıran bir mecburiyet durumuna düşebilirdi ya da dini bağlarla desteklenen açlıklar, açlığı araştırmak için yapılan deneyler olabilirdi. Arkeolojik olarak insan hakkında en çok araştırılan şeyler barınma, ritüel ve beslenme ile ilgili şeylerdi. Mesela arkeolojiyi çağ veya devirlere bölerken insanlarını tanımlarken beslenmenin etkisini çokça kullandık. Avcı - toplayıcı topluluk dedik. Sadece beslenme ekonomisine göre isim verilmiş olundu. Neolitik tarıma başlandı o zaman farklı bir devir geldi diye düşünüldüğü olmuştur. Neolitik’i ayırırken çanak çömlek olma durumuna göre ayırdık. Çanak çömlek beslenmenin somut örneklerinden biri. Beslenmelerini bilmek insanları tanımak olurdu. O yüzden küçücük bir tohum tanesine, bir insan dışkısına, dişteki ufak bir kalıntıya sevinen bir bilimiz. Neolitik sonrası ise artık bizim için öncelik değişmişti. Beslenme sistemleri bizim için artık oturmuş ve değişen yeni sistemlerin varlığıyla başka şeylere ağırlık vermiştik. Şimdi ise insanlar olarak açlıkları görmezden gelip çoğunun bencilce yeme isteğiyle dolup taştığı bir dünyada yaşıyoruz. Herkes gazete, internet gibi yerlerde görüp üzüldüğünü söylerken yardım konusunda herkes kaçıyor. Ramazan ayında böyle bir kitap seçmenin ve okumanın sizin için iyi bir şey olduğunu da söyleyebilirim.
1: Alan H. Goodman, R. B. Thomas, A. C. Swedlund ve G. J. Armelagos - Biocultural Perspectives on Stress in Prehistoric, Historical and Conteporary Population Research, ABD, 1988
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder